Konunun ilim adamları, Dünyada en az 2 bin tane dilin varlığından bahseder. Elbette ki, her dilin sahibi kavmin "MİLLET" olması mümkün olmamıştır. Fakat Türkçe böyle değildir. Dünyanın en eski ve en köklü Milletlerinden birinin dilidir. Bir Fransız Türkolog'unun dediği gibi : "TARİH DEMEK, TÜRK MİLLETİNİN BAŞ ROLÜ OYNADIĞI ÖLÜMCÜL SERÜVENLERİN GEÇİDİ DEMEKTİR. TÜRKLERİ ÇIKARIRSANIZ TARİH KALMAZ..."  Bu tespit o kadar doğru bir tespit ki, eklenecek tek kelâm yok. Çünkü, Türk Milleti ; bir kısmının Bering Boğazından Amerika kıtasına geçmesinden, önemli bir kısmının da Sibirya'nın kuzey ve orta ormanlarından ve dağlarından Ötügen vadilerine ve bugünki Moğolistan Platolarına indikleri günden beri, bazen soyunu bitme noktasına vardırana dek, nesillerini kırdıracak kadar serüvenci, macerâcı, fethedici, hizaya sokucu, dünyaya nizam ve düzen verici, imparatorluklar kurucu ve hattâ kıtaları aynı çatı altında birleştirici vasıflara sahip bir Millet. Eğer bu kadar "ATAK" olmasa idi, gâliba dünya nüfusunun yarısı TÜRK olurdu.

Bu serenattan sonra konumuza gelecek olursak :                                                                                                              Konuyu 5 bin yıl ve belki de 6-7 bin yıl önceden  başlatmaya kalkarsak, üç-beş ciltlik dev bir kitap serisine ihtiyaç olur. Fakat biz yine, çoğu zaman olduğu gibi son 150 yıldan başlatalım :                                                        1876 yılına doğru  hâlâ büyük bir imparatorluk olan ve Dünyanın 3 büyük gücünden biri durumundaki Kayı Boyu Türk (Osmanlı) İmparatorluğu'nun; yöneticileri dünyada dönen sermayenin %85'ine sahip ekonomik güç (Siyonist Sermaye) tarafından satın alınmış dünyanın en büyük gücü Büyük Britanya, bir kez daha kılcal damarlarımıza kadar sızmıştı. Osmanlı'yı tasfiye etmek için içimizdeki en güçlü elemanı Mithat Paşa ve Çetesi, önce basîretli ve şanına yakışır padişahı (Sultan Abdülaziz'i) devirdiler, katlettiler ve akabinde de Devletimizi bilerek, isteyerek ve proğramlı bir şekilde Rusya ile savaşa soktular. "93 Harbi" adını alan bu savaşta korkunç kayıplara uğradık. Gencecik fidanlarımız, genç nesillerimiz Galiçya, Adriyatik, Kafkasya ve tüm Doğu cephesi boyunca korkunç kıyıma uğradı.  

Az gittik uz gittik, 93 Harbinde devrin Ulu Hakan'ının basîreti ile meramına tam olarak ulaşamayan aynı vahşî güç, yeniden Devletin başında yıkılmaz bir kale durumundaki şanlı Padişahı, yine kılcal damarlarımıza kadar yerleştirdiği bir kısmı angut, bir kısmı gâfil ve bir kısmı da hâin gürûha darbe yolu ile devirttirdi. İktidarı ele geçiren hâin piyonlar; 27 Nisan 1909 tarihinden 31 Ekim 1918 tarihine kadar Devleti bitirdiler. Hem de; Türk nüfusunun 11 milyon, yarısının da kadın olduğunu düşünürsek erkek nüfusumuzun en zinde kesimini 8 cephede kırdırdı. Okuma yazma oranının %6 olduğu bir devirde Çanakkale Cephesinde 72 bin olmak üzere tüm cephelerde 101 bin eğitimli gencimiz şehid oldu. Bu ne demek : "Bu; ileriki tarihlerde kültürünü, tarihini ve köklerini biçeceğimiz bir Milletin DÜŞÜNEN, SORGULAYAN ve İTİRAZ EDEN VASIFTA MENSUBU KALMAMALI..!!!." hedefinin diğer adıydı.

Aynı vahşî Emperyalist ellerin; 15 Nisan 1923, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 tarihlerinde yapılan darbeler ile kıyıma uğrattığı nesilleri saymadan, sadece 15 Temmuz 2016 tarihinden itibaren Çanakkale'de kırılan eğitimli nesillerimizden daha fazlası olan yetişmiş, aydın, Milletimizin değerlerine hürmetkâr nesillerimizin aynı gaye ile nasıl harcandığını kısaca izaha çalışalım

En son kurban olan bu nesiller, bu defâ  öldürülerek yok edilmediler. Hipnoz ve psikoloji ilimlerinin ulaştığı en son aşamalarından âzamî oranda yararlanılarak ulvî ülküleri çarpıtıldı. Neredeyse 2 gece içinde 180 derece ters istikâmete yönlendirilerek Devletine ve Ülkesine acımasız birer düşman edildiler. Bu hâlllerini elbette kabullenmek istemiyorlar. Çünkü; düşünme, idrak, irfan, muhakeme ve tefekkür erdemleri sıfırlatılmış (re'setlenmiş) hâle getirildiler. Bu pırıl pırıl nesilleri, kimin nasıl bu hâle getirildiğini izah için diyorum ki : " Yıl 1971: MİT Müsteşarı M.Fuat Doğu+Diyanet İşleri Başkanı + Türkiye Masonları Üstadı Âzâmı Kasım Gülek ve bu kocamanların yanında sıradan(mı) bir vâiz M.Fethullah Gülen nasıl oluyor da aynı fotoğraf karesinde yer alabiliyor ?"  Bahtsız ve nasipsiz dinlemiyor bile.  Bir ümitle bir örnek daha veriyorum : "Ben, 1977 ile 1981 yılları arasında İzmir ve Manisa'daydım. 12 Eylül Darbesinden sonra İzmir şehrinin ilân panolarında "ARANIYOR" duyurusunun altında Fethullah Gülen adı vardı ve ben , 2 saat önce Bornova Camiindeki bu Zat'ın Cum'a vaizini dinledim. Bu nasıl oluyor?" diyorum; fakat, nâfile.. 

 Evet, yazık oldu aziz Milletimizin ümit bağladığı bu son nesile, çoook yazık oldu.!.

 Herkese basîret, ferâset, idrak ve irfan niyâzı ile selâm olsun !...