Kırmızı yanaklı, cengâver, kendisiyle barışık, her daim kucaklayıcı Anadolu insanının hikâyesi bu. İslâm ile müşerref olmuş Anadolu insanının hikâyesi bu. Topraklarını kanla sulamış, yüreğini şefkatle donatmış, mazluma kucak açmış Anadolu insanının hikâyesi bu. Adaletin kutup yıldızı olduğunu bilen ve yönünü ona göre tayin eden Anadolu insanının hikâyesi bu. Bin yıldır bu topraklara Türk-İslâm kültürünün yerleşmesini sağlayan ve bu hususta yoğun mesai harcayan Anadolu İnsanının hikâyesi… Yukarıda zikrettiğimiz vasıflara sahip kimseler, sahi kim bunlar? Kim bu Anadolu insanı? Ahmet Amca, Fatma Nine, İbrahim Dede, Ayşe Teyze… Kısacası sen, ben, öteki, beriki… Al sancağın altında kalbi millet için, ümmet için, vatanı için atan kimseler.
‘Coğrafya insanın kaderidir’ demiş İbn-i Haldun. Zordur Anadolu coğrafyası, zordur Anadolu insanımın işi zor. Yükü ağırdır, yolu uzundur, vakti kısadır. Ama yılmaz Anadolu insanım yılmaz. Engeller ve engebeler karşısında dirayetlidir. Sendelese de ayakları yere sağlam basar kolayca yıkılıvermez Anadolu insanım. Kâh elem olur heybesinde, kâh keder olur siğnesinde ama şükür daimdir reçetesinde. Şöyle bir teşbihte bulunacak olursak: Anadolu’yu ve Anadolu insanını bir mimari yapıya benzetsek bu yapının Ana kubbesine İslâmiyeti yerleştiririz. Kubbeyi ayakta tutan sütunlara ise Anadolu insanını. Bu durumda kubbeyi taşıyan sütunlar Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler… Hulâsa ayrılığa gayrılığa lüzum yok. Vakit ‘ben’ demeden vazgeçip ‘BİZ’ deme vaktidir.
Allah’ın izni ve inayetiyle asırlara meydan okuyan birlikteliğimiz bozulmadı, bozulmayacak. Biz yeter ki kenetlenmeyi bilelim. Sütunların altlarını boşaltan köstebeklere fırsat vermeyelim. Vakti geldiğinde tek yumruk olup hasmımızı yere serelim. Günübirlik siyasî söylemlere, aslı astarı olmayan asparagas haberlere, toplumda infial meydana getirmeye çalışan zümreye çanak tutmayalım.
Dış mihraklar önceden sahne arkasından ve gizlice yapıyorlardı yapacaklarını. Fakat geldiğimiz şu nokta da ayan beyan üzerimize saldırıyorlar. Dişlerini göstermekle kalmıyorlar, ağızlarından salyalar akıyor. Türkiye’yi rakip olarak gördüklerini ve ellerine fırsat geçtiğinde tek kaşık suda boğacaklarını biliyoruz. Bizim korktuğumuz bunlar yani dış mihraklar değil. Biz bunların dedeleriyle yüzyıllardır mücadele içerisindeyiz, şimdi de torunlarıyla mücadele ediyoruz. Bizim sırtımızı yere getiremediler, getiremeyecekler. Bizim asıl dikkat etmemiz gereken güruh bunların içimize salmış oldukları sülükler. Yerli sömürgecilerden bahsediyorum. Evet yerli sömürgeciler. Bizden gibi görünüp bizi bize kötüleyen, aşağılık kompleksine kapılmış, yuları Batı’nın elinde olan insan görünümlü mahlûklardan bahsediyorum. Bunlara fırsat vermeyelim a dostlar. Medeniyet köklerimize asit döken, bu necip milleti tahkir eden, bunu yaparken de göğsünü kabartan yamyamlara dur diyelim.
Bu tasmalı mahlûklar karşısında ayaklarımızı kavî ve muhkem hâle getirmeliyiz. Israrla yerli ve millî olanı savunmalıyız. Hakkı haykırmalıyız. Safımızı sıkı tutup aramıza bu sömürgecilerin girmesine engel olmalıyız. Çünkü bu topraklar bizim ve bir tane ANADOLU var.
Selam ve Duâ ile