Kış mevsiminin ortasındayız ve çocuksu gözlerle beklediğimiz o bembeyaz tanecikler ile hasret giderdik. Bütün ülke uzun zamandır böyle bir kış görmedi. Bazı aksaklıklar yaşasakta, su sıkıntıları ve kuraklık tahminleri üzerine ilaç gibi geldi hamdolsun. Mevlana Hazretlerinin “Kar taneleri ne güzel anlatıyor; Birbirine zarar vermeden de yol almanın mümkün olduğunu müşahede ediyoruz. Bizler eskiden haftasonu yağan kar pazartesiye de sarktığı zaman Kaymakamlıktan gelen duyuruya kilitlenirdik. Olumsuz hava şartları nedeniyle diye başlayan o cümle bize hiçte olumsuz gelmezdi. Üzerinde cızır cızır kaynayan demliğiyle içimizi ısıtan sobalarımıza yaren olmaktan çıkar kendimizi sokaklara, bembeyaz karlara bırakırdık. Havuç gibi kızarmış burunlar, kar suyunu çeken ayakkabılarımızın ucundaki o ıslaklık, başımızda analarımızın göznuru ile ördüğü püsküllü bereler , ağzımızda neşeli bir şarkı ha babam de babam , koşuşturmalar. Bazılarının ellerinde öyle herkesin sahip olamayacağı sayıları sınırlı kızaklar, bazılarınında naylondan çuvallar. Kış olimpiyatlarını aratmayan karnaval tadında geçerdi bizim çocukluğumuzun kış mevsimleri. Annelerimizin; evlerimizden yükselen ,tedirgin ,bir o kadar da otoriter ‘’hadi eve gel üşürsün hasta olursun!’’ serzenişleri ile bağırışlarının kulaklarımızdan silinmesi mümkün mü? Ev esaretinden kurtulup özgürlüğün simgesi beyaz karlara kendimizi bırakmanın hazzının unutulması mümkün mü? Kardanadam yapardık. Değme heykeltraşlara taş çıkarırcasına yaptığımız o şahesereleri gece de olsa penceremizin perdesini aralık eder izlerdik, büyük bir sanatçı edasıyla. Çünkü biz yapmıştık.. Bir bilemedin iki ayakkabımız olurdu biri kışlık biri yazlık olmak üzere. Yırtık çoraplar analarımızın o güzel ellerinde dikilirdi. Bir de yün çoraplarımız vardı. Ayakkabılar bir daha ki seneye tekrar giyebilmemiz için büyük alındığı için yün çoraplı ayaklarımız kolayca ayakkabılarımızın içine girerdi. İçimizi ve evimizi ısıtan sobalar , üzerinde cızırdayan demlik, hele de yanında minder üstünde mırıldayan bir de evin kedisi oldu mu değmeyin keyfimize derdik. Kuzineli sobalarımızın bölmesinde dilimlenmiş ekmekleri kızartmak, mukavva kutulu sabah yağını sürmek o dilimlere, hayatın sefasını sürmek gibiydi bizler için. Bizler yağda kızarmış yumurtanın tava da son kalan kısmı için kavga ederdik kardeşlerimizle. Bunlar mutlu ve huzurlu kılardı bizi. Kestaneler , patlamış mısırlar , sıcacık çaylar ile günün yorgunluğunu atar kendimizi ödüllendirirdik. Bazılarımız ertesi gün yatak döşek hasta olur ve yok yazılırdı sokaklardan. Şimdi hayattan yok yazılanlar gibi. Masumdu ve bembeyazdı kalplerimiz, birbirine zarar vermeden de yol almanın mümkün olduğunu gösteren kar taneleri gibi.